Ekim 29, 2009

BEHİÇ AK, İSTANBUL ve KAMUSAL ALAN (28 Ekim '09)

Behiç Ak:
"Kamusallık deyince aklımıza ne geliyor? Bunu düşünmek lazım. Şehircilik piyasası diye birşey var şimdi. O kadar kamuya ait ki piyasası olamazmış gibi düşünülüyor ama aslında var. Kamulaşma ve özel alan burjuva devrimiyle. Kamu demek, ne özele ait demek, ne devlete ait demek. Kamu halka aittir. Örnek vermek gerekirse, bedava eğitim hakkı burjuva devrimiyle elde edilen bir haktır.
Bizde nedense kamu denince akla devlet geliyor. Neden bu kadar özdeşleşmişler bunu sorgulamak gerekir. Çünkü kamunun ihlali denen şey devlet tarafından da yapılabilir özel sektör tarafından da yapılabilir. Ancak, devletle kamu birmiş gibi düşünülürse devletin kamuyu ihlali görmezden gelinir.
Avrupa ülkelerinde durum nedir biraz ona bakmak lazım. "Public" deyince batıda bunu anlatmak daha kolay. Krallar vardı, onlarda büyük bir güç vardı. Ancak Osmanlı'da bütün topraklar hükümdara aitti. Aristokrasi yoktu. Özelleşmenin çok geç zamanda gerçekleşmesi, kamu kavramını da etkilemiştir.
Özelleştirme özgürleştirme olarak görülüyor bizde. Örnek vereyim, Baskın Oran aslında paralı eğitimi savunmuştur bu seçim zamanında; devletin dışında paralıysa herşey iyidir düşüncesi var. Meşrutiyet döneminde tıpkı İngiltere'deki gibi krallık ve parlamento yapılmaya çalışılmış ancak yapılamamıştır. Tek elde toplanıyordu güç.
Kamuyla özelleşme arasındaki farkın bu kadar anlaşılamamış olduğunu görmek lazım.
Şehircilik piyasasının kamuya mı özele mi hitabettiği tartışılmalıdır.
Fransa'dayken bir avcılık kanalına denk geldim, güzel bir ceylan koşturup dururken birden kan revan içinde kaldı. Sonra avcılar geldi başına not almaya başladı ben şurdan vurdum ben burdan fırlattım böyle oldu diye. Dehşet içinde kaldım. Ertesi sabah gittim bunu arkadaşlarıma anlattım ya ben böyle böyle birşey izledim nasıl olabilir bu, vahşet değil midir bu diye. Yok dediler hakkımız o bizim.Avlanma hakkını da devrimle elde etmişler çünkü. Sorgulamıyorlar. Bizde burjuvazi devlet zoruyla olduğu için Osmanlı'da, kimse sahiplenemedi.
Yani kamusallık kavramının ne olup olmadığını önce biraz sorgulamamız gerekiyor.
Konumuz İstanbul'sa, sizin bildiğiniz gibi büyük müdaheleler yapıldı, yapılıyor. Uzun zamandan beri devam ediyor bu. Dalan zamanında, Menderes zamanında şimdi de AKP... 74'le bugün arasında cereyan eden ve neoliberal bir bakış açısının etkileri olduğunu görüyoruz. 70'li yıllardan itibaren büyük bir değişiklik olmaya başladı. Darbeler, uluslararası etkiler... Aslında yeni bir ekonomik sisteme yol açan, daha liberal bir ekonomiye hazırlayan bir manipülasyın olarak görebiliriz bunu. Nedir bu? Kırsal kesimde daha az insan yaşayacak, şehirlere gelinecek. Bu, arsanın spekülatif değerini artırmak için yapılan bir hareket. Bunu bir modernleşme olarak gören entelektüeller de yazılarıyla destekledi bu hareketi. Spekülatif değer, bu ne demek? Toplum olarak geleceğe karşı borçlanmak demek. Çocuklarınızın geleceğini çalan hırsızlar konumundasınız. Mutsuz çocuklarınız olacak aslında. İnsanlar asla şehirli olamayacak. Asla şehirleşemeyecek bir 'slum city' ortaya çıkıyor. Neoliberal şehir ekonomisinin bir sonucu.
Şehir kendi kendini üreten bir fabrika olmuş. Dalan şöyle demişti zamanında "Bu İstanbul ne güzel, yıkıldıkça güzelleşiyor."
Belli bir yaştan sonra insanlar kaçmaya çalışacak şehirden. Şehirciliğin kamusal bir alan olduğunu anlamazlarsa bu böyle devam edecek. Meslek, politikadan bağımsız olduğu düşünüldüğünde, giderek topluma zarar veren bir hale geliyor. Yetişmiş bir mimar, bir şehirci, pimi çekilmiş bir el bombası gibi şehrin üzerine atılıyor.
86'da şehir üzerinde çok radikal müdaheleler yapıldı. Bunlardan biri tarlabaşı projesi. O kadar radikaldi ki, İstanbul sanki Dalan için beyaz bir sayfaydı. ODTÜ'ye 4 milyar vererek, kendi yazdığı Haliç temizleme projesinin onaylattı. Üniversite de kendini girişimci gibi gördü o zaman. Proje Zihni Sinir projesi gibi ama! Bir çok yanlış vardı projede. Birincisi, Karadeniz'in alt akıntısı dümdüz değildi. İkincisi, Karadeniz ile Marmara arasında kot farkı vardı. Üçüncüsü, H2S'yle ilgili düşünceleri tamamen antibilimseldi. H2S beslenme zincirinin bir parçasıdır. Haliç'teki kirliliği Karadeniz'e verelim H2S'ye karışsın demek, onu tamamen çöplük olarak gören bir zihniyetin sonucudur. Sonuç, bütün su geri döndü, Marmara Haliç suyuyla doldu. Bundan sonra yönetime geçenlerse apar topar durdurdu zaten projeyi. Bu örneği niye verdim, insanların ne kadar gözü kara olabileceğini görün, üniversitelerin bile buna alet olabileceğini görün diye. Haliç'teki kirlilik hala devam ediyor ancak bu medyada çok yer almıyor, çünkü kimse yaşadığı yerin kötü olduğunu kabul etmek istemez. Benim burda evim var arabam var çocuğumu özel okula gönderiyorum, İstanbul kirlenemez der. Marmara'yı bok götürüyor desek, spekülatif değer düşer zaten.
74'te yapılmış çok ilginç bir araştırma geçti elime. Tokyo'da görülmüş bir hastalık. Balık yiyen insanlarda kurşun zehirlenmesi oluyor, ölümler oluyor. Balıklar üzerinde bir araştırma yapılıyor ki, vücutlarındaki civa seviyesi inanılmaz derecede yüksek çıkıyor. Buradaki bilimadamları da merak ediyor, Haliç'teki balıklarda civa oranı neden yüksek değil diye. Aynı oranda kirlenme Haliç'te de var çünkü. Ancak Haliç'teki H2S tabakası kurşun ve civanın balıklarda besin haline gelmesini engelliyor. H2S tabakasının kalktığını düşünebiliyor musunuz?
Nasıl oluyor da, şehrin dokusunu bu kadar değiştirecek yatırımlar yapılıyor. Bu durdurulamaz mı sorusu geliyor akla. 70'li yılların sonuna kadar olan dönemi çok iyi analiz etmeleri gerekiyor insanların. Şehrin koridorlaştırılması söz konusu, bunun ne olduğunu birazdan anlatacağım. Siz bir eğitim alıyorsunuz, değil mi? Bir kente kongre merkezi yapacaksınız. Ve burayı yedi ay halka kapatacaksınız. Nereye yaparsınız kongre merkezini? Evet, şehrin dışına. Gelir onu şehrin göbeğine yaparsanız, vatandaş zorda kalır. O şehirde yaşayanlar için hayat zorlaşır. Ama kongreye katılanlar onu şehrin merkezinde olsun ister. Bir yandan kongreye gelecek, iki üç gün kalacak o sürede şehri de gezmek isteyecek. Çünkü orası onun için bir koridor. Üç gün o şehirde, üç gün başka bir şehirde... Şehir kimin içindir? Orada kalıcı olanlar için mi? Gelip geçici olanlar için mi? Küreselleşmenin getirdiği bir şey bu koridor haline getirme. Metropollerin yaşadığı en büyük problemlerden bir tanesi bu. Ve şehrin markalaşması da aslına buna hizmet ediyor. (2010 Kültür Başkenti İstanbul)
Siz şehircilik eğitimini tıpkı gelişmiş ülkelerdeki bir bireyin gördüğü gibi görüyorsunuz. Ancak sonuçlara baktığınızda çok farklı. Çünkü gelişmiş ülkeler karşısında o kadar güçsüzsünüz ki, bir şehirci olarak politik süreçlere takılıp kalıyorsunuz. Bir Alman araba firması diyelim, en çok arabayı sizin ülkenize satıyor. Ancak kendi ülkesinde toplu taşıma bir o kadar yaygın.
Tarlabaşı Projesi'ne değinmek istiyorum. Bu proje 5366 sayılı yasayla oluşturuldu. Bu yasa, acil durum, savaş zamanı uygulanabilecek bir yasa.
Şöyle de bir tarafı var bunun, siz bu projeyi 'Ben işimi yaparım, abi' diyen mimarlara, şehircilere yaptırdınız. Sonra spekülatif değer düştü, kriz çıktı. Diyorsunuz ki 'Ben bu projeyi hayata geçiremiyorum çünkü bütçem yok.' O zaman birisi çıkıyor, 'Tamam ben yaparım, ordan elde ettiğimi geliri de sana veririm.' diyor. TOKİ! Çok ilginç. Sonra ne oluyor? O spekülatif değer birden reel değerine düşüyor. Bana çöküyor, firma çöküyor. Bunun şehirlere yansıması çok sert bir biçimde olacak ki, zaten oluyor.
Ben çok konuştum. Sizin de diyecekleriniz varsa, lütfen..."
-Ben bu kamusallık işini biraz daha vurgulamak istiyorum. Burda önemli olan kamusal denetimin çok düşük olduğunu görüyorum. Güvence altına almak adına, bir denetim süreci başlatılıyor. Öncelik kendi yaşam alanlarını korumak.
 Behiç Ak:
"Denetim süreci şöyle, güzel bir denetim var aslında. Ama bu denetimden rahatsız olanlar da var. Durdurulsun istiyorlar. Odalar kanunundan kamu yararı kavramını çıkarmak istiyorlarmış şimdi. Nasıl ya? Toplumsal alanda çok büyük bir kayıp olacak bu.
Roma'da şöyle bir uygulama vardı. İstasyona bir makina koymuşlar. Şehirde kaç gün kalacağınıza göre size gezilecek yerleri gösteriyor. Bir gün kalacağım düğmesine basıyorsunuz, bir günde görülebilecek önemli yerleri sunuyor size. İki kün kalacaksanız o düğmeye basıyorsunuz, ona göre bir önerisi oluyor. Üç güne göre bir haftaya göre işte, seçenekleri var. Ancak şehirde hayat boyu kalacaksanız hangi düğmeye basacaksınız?"

GALATA KULESİ SOKAK NO.23 -Belgesel- (21 Ekim '09)

Direnen Mekanlar

Yön: Aysim Türkmen
                                             Elyazar- Liezer Abravaya"Sümbül Tuhafiye"    
Yapım: sinefilm                                                      Müzikler: Tansu Kaner                     

    Giderek aynılaşan mekanlara rağmen varlığını eskisi gibi sürdürmeye çalışan bir dükkan "Sümbül Tuhafiye" değişen nesilleri  kendine özgü havasıyla anlatıyor.


Yönetmen Aysim Türkmen  ve Liezer Bey, Galataport haberinden sonra Mimar Sinan Güzel Sanatlar Fakültesi öğrencileriyle gerçekleştirilen bir atölye çalışmasında tanışmışlar.Dükkanın o kendine has havası Aysim Türkmen'e ilham kaynağı olmuş ve belgesel fikri bu şekilde ortaya çıkmış. Kültür Bakanlığı projeye destek vermiş. 
Belgesel çekmeye karar verdiklerinde dükkanın satılması gündemde yokmuş; herkese süpriz olmuş. "Dükkan satılmasaydı filmin finali nasıl olacaktı?" sorusuna "Belki biraz daha uzardı belgesel, ama finali değişmezdi." diyor Liezer Bey. "Hiç bir zaman para biriktiremedim, çünkü niyetim para biriktirmek değil dükkanımı işletmekti."

"Ben aynı zamanda kitap da satın alıyorum. Ders kitapları, lise, ilköğretim, ortaokul... Kitap zamanı gece yarılarına kadar kuyruklarda bekler, kitap alır gelirdim. Kitabı devlet vermeye başladığında benim dükkanda işim %80 azaldı. Kaset bitti. Dia açıldı yana, sağ olsunlar, kırtasiye zamanı ne kadar berbat şey varsa getirdi; çocuklar oraya hücum etti, beni bilenler bana geldi. Kaset, cd bitti. Çok aile taşındı buradan. İyi bir müşteri çıkınca dükkanı sattım. Gelenler... Artist geldi çok. Onların alışverişi gece 10'dan 11'den sonra. Ben o saatte yokum ki. Gece gelirlerdi, sabah giderlerdi. Eskisi gibi değildi sokak."

Ekim 28, 2009

CULTURAL AGENCIES - Kültürel Aracılar (14 Ekim '09)


 Dükkan

2010 karşıtı bir Oda Projesi.
Neden şehir merkezlerine yoğunlaşılıyor; yatırımlar oralara yapılıyor ve kültür, içinde kültür merkezi olmayan kenar mahallelerde kendini nasıl ifade ediyor?
İlk aşamada, Gülsuyu-Gülensu Mahallesi’nde bir workshop çalışması olarak başlıyor proje. Sonraları mahallede çok büyük bir birikim olduğu ancak bunun belgelenmediği fark ediliyor.
Bu birikimi oluşturmak için bir kaç adım izleniyor:

Sözlü Tarih Bölümü

Mayıs ayında başlamış ancak görüşülecek hala birçok insan var.
Gülsuyu-Gülensu Mahallesi 1960larda oluşmaya başlamış sol bazlı bir mahalle. Büyük çoğunluk alevi. İstanbul’a fabrika işçisi olarak gelenlere bir süre konutlar verilmiş, ancak '80 darbesinden sonra bu süreç kesintiye uğrayınca, gelmeye devam eden işçiler fabrika etrafında alan çevirerek mahallenin temellerini atmış. Mahallenin en yumuşak noktası Tesisler bölgesi, burası en fakir kesimden oluşuyor. Gülsuyu’na ilk yerleşenler Karadenizliler; '80lerden sonra yukarılara doğru özellikle Doğulular artmış. Altyapı hizmetlerinin gelmesi mahallenin zoruyla, çabasıyla olmuş. Gülsuyu, mahalle ve halk mücadelesinin yüksek olduğu bir mahalle. Ancak arşivleme yok (olanlar 80lerde yok olmuş, zaten kayıt tutma gibi bir alışkanlık genel olarak yok).

Temel Sorular

-İstanbul’a neden geldiler?
-Neden Gülsuyu?
-Evi kendiniz mi inşa ettiniz, o zamanlar coğrafi yapı nasıldı?
-Gülsuyu’nun geleceği nasıl?
-Gülsuyu’lu olmak ne demek?
-Gülsuyu dışardan nasıl görünüyor?


Koleksiyon Bölümü

Gezici Vitrin Projesi: Mahalleye gelen sanatçı öğrencilerden birisinin önerisi. Mahallelinin vitrinde ne görmek istediğine bağlı olarak camkenda sergi yapıp gezdiriliyor, bir hafta kadar Dükkan’da sergileniyor.
Bunun dışında koleksiyonda posterler, duvar yazıları (her türlü iş ilanı, afiş vb.) ve mimari yapılar fotoğraflanıyor.


Bu oluşturulan arşiv mahalleye bırakılacak. Daha önce mahallede araştırmalar yapılmış ancak mahalleye birşey bırakılmamış. Mahalle bir tez konusu, tez alanı olarak görülmüş; bilgi paylaşımı olmamış.
Oda Projesi’nin bu projesi mahalle adına gerçekleştiriliyor. Elde edilen verilerle bir saatlik dokümantasyon hazırlanacak, kitap oluşturulaca, mahalleliye dağıtılacak.


Proje bütçesi Allianz üyesi bir firma tarafından ve Avrupa Kültür Komisyonu tarafından karşılanıyor. Proje aynı zamanda Garanti Platform Güncel Sanat kapsamında bir proje.Yürütülen bir projenin ekonomik desteğinin en başta söylenmesi gerektiği bu projede daha iyi anlaşılmış. Gizlenmediği halde, bu konuda bilgi vermeye de gerek duyulmamış, ancak sonradan mahalle halkı bunu öğrendiğinde tepki göstermiş. Bu noktada güven sarsılmış.

Daha fazla veri toplayabilmek ve paylaşımı, katılımı sağlayabilmek adına, cuma sohbetleri planlanıyor. Ne kadınlar ne çocuklar tam anlamıyla projeye dahil edilemiyor. Sözlü tarih bölümü için 30-40 kişiyle görüşülmüş ancak bunların 5’i kadın.

Bağlantıya geçmek için: odaprojesi@gmail.com